Ömrümüzü gösteriş yapmak için mi tüketiyoruz?
İnsanlar, hayata başladığı ilk günlerinden itibaren, artık bir tüketicidir. Zamanını, parasını, eşyalarını sürekli olarak tüketir. Tükettikleri ile mutlu olur. Ve mutlu bu mutluluğu devam ettirmek için daha fazla tüketimi de daima ister. Sürekli artan bu tüketimler karşısında ömrünün sonuna kadar çalışır ve sonunda da dünyadan ayrılır. Peki ömrümüzün sonuna kadar tükettirken, bunları kendimi için mi tüketiyoruz, yoksa sadece gösteriş mi yapıyoruz?
- Mesela bir telefonu alırken ilk olarak markasına dikkat ediyoruz.
- Sırf sosyal medyada paylaşım yapmak için en ünlü mekanlara gidiyoruz.
- Aynı özelliklerde iki araba varken biz daha pahalı olanını seçiyoruz.
- Onlarca yıllık krediler ile çok gösterişli ev satın alıyoruz.
İşte bu saydıklarım ve daha birçoğunu yaparak Thorstein Veblen’nın tanımıyla gösteriş amaçlı tüketimi yapmış oluyoruz. Veblen gösteriş tüketimini ilk kez 1899 yılında “aylak sınıfın teorisi” adlı eserinde incelemiştir. Veblen’e göre üst sosyal sınıf ve onlara benzemeye çalışan diğer sınıflar tarafından yapılan harcamaların gösteriş amaçlı olduğunu ileri sürmüştür. İnsanların yaptıkları gösteriş tüketimi sayesinde toplumda kabul göreceğini, ve bu sayede de prestiklerini, statülerini güçlendireceğini düşünmüştür. Ayrıca bu tüketim bir defaya mahsus bir durum da değildir. Eğer kişi toplumdaki itibarlarını korumak istiyorlarsa, bu tüketimlerine sürekli olarak devam etmelidir. Bulundukları toplum veya sosyal gruba uygun tüketim davranışlarında bulunulmadığında ise, takdir edilmeme gibi durumlarla karşılaşmaktadırlar(Veblen, 2005, s. 82).
Belki şimdi 120 yıllık bir tanım üzerinden düşünüp “sosyal sınıf mı kaldı?” diyebilirsiniz. Veya benim tüketime kim karışır da diyebilirsiniz. Şimdi bu düşünceyi herkesin başına gelebilecek küçük bir örnekle bunu test edelim.
Testimizde, bir süredir çalıştığınız şirkette terfi aldığınızı, bu terfiyi kutlamak için de şirketteki iş arkadaşlarınızla, öğle arasında yemeğe çıktığınızı varsayalım. Arkadaşlarınızla restoranların önünden geçerken sizin sürekli severek yediğiniz dönerci açık olduğunu görüyorsunuz. Ancak yanınız bulunan iş arkadaşlarınızın bu restoranı basit bulacakları düşüncesiyle için burada yemek yemeyi teklif dahi etmiyorsunuz ve farklı restoranlar arasında yürüyerek devam ediyorsunuz. Biraz yürüdükten sonra bir restorana girdiniz. Girdiniz restoran siz yabancı gelmiyor. Çünkü zaten sürekli olarak iş arkadaşlarınızın instagram hesaplarında paylaştığı bir yerdi burası. Herkes yerleşti, menüler dağıtıldı, yemek seçimleri başladı. Menüye bir baktınız tavuk dürüm var. En sevdiğimiz. Ama arkadaşlarınız öyle yemekler söyledi ki tavuk dürüm demeye diliniz varmadı ve onların seçtiği gibi daha pahalı ve gösterişli bir yemek seçtiniz. Neyse yemekler yendi, sıra hesap ödemeye geldi. Tabiki kimse elini cebine atmıyor çünkü terfiyi siz aldınız, doğal olarakta sizin ödemeniz gerekiyor. Bu da yetmez gibi o çok ünlü mekanda bir hatırı sayılır bir bahşiş gerekiyor. Onu da ödemek durumunda kaldınız. Belki hepsi 1 saat sürecek bütün bu olayları özetlersek; istemediğiniz yerde, istemediğiniz bir yemeği, kat ve kat pahalıya yemiş oldunuz. O yıl terfi ile alacağınız maaş farkını da masada bıraktınız. Afiyet olsun.
Buradan çıkaracağımız ilk sonuç, bir ürün veya hizmet alırken çevremizin belirlediği kriterler arasında seçim yapmak zorunda kalıyoruz. Yani tüketimlerimizde alacağımız zevk ve faydadan önce, “bu ürün toplumdaki imajımı ve prestijimi nasıl etkiler?” diye düşünüyoruz.
Veblen de bu insanları aylak insanlar olarak tanımlamıştır. Aylak insanlar ise genel olarak üst sınıfta olanları ve onlara benzemeye çalışanları kapsamaktadır. Çünkü üst sınıf üretim yapmaz, sadece varlıklarını ve zenginliklerini göstermek için boş zaman faaliyetlerinde bulunarak aylaklık etmektedirler. Üst sınıftaki insanların çalışmamasının temel sebebi ise, hayatlarını çalışarak kazanan diğer bireylerden farklılaştırmak ve bunu sergilemek istemelerinden kaynaklanacağını düşünür.
Burada başka ikinci bir örnek vermek gerekirse, pahalı bir evi satın aldığınızı varsayalım. Aylaklık teorisine göre, siz sadece o evin mülkiyetini almış olmadınız. Aynı zamanda o eve sahip olmayan insanların üzerinde de bir statü kazanmış oldunuz. Yani artık siz ve sizin gibi güzel evlere sahip insanlarla takılıyorsunuz. Çünkü statünüzü yükseltmeyi başardınız ve amacına ulaşan insanlardansınız. Bu aşamadan sonra evin 15 yıllık borcu karşısında harcamalarınızı yarıya düşürmenizin veya 5 yıl sonra oluşacak kriz ile işten atılıp, bankanın eve el koyup, satışa çıkarmasının ve evsiz kalmanızın hiçbir önemi yoktur. Çünkü aylak insanlar sonuçlarla değil hedeflerle uğraşırlar.
Ve bu kimin en çok kimin işine yarar biliyor musunuz? Günümüzün en büyük firmalarının.. Onlar bir ürüne haddinden fazla anlam yükleyip sanki onu alan farklılaşıyor hissiyatı vermeye çalışırlar ve bunun için reklamlara, tanınmış kişilere milyonlarca dolar öderler. Çünkü o ürün aslında farklı değildir. Sadece üst sınıfın kullanımını arttırarak o ürünü gösteriş tüketimine dahil etmeyi başarmıştır.
Hatta sırf o telefonu ilk alanlardan olmak için günlerce sırada beklemek zorundasınız. Çünkü o telefon artık sadece bir cihaz değil, aynı zamanda sizi üst sınıflardan gösterecek bir kartvizit niteliğindedir.
Belki siz ilk alanlardan olmayıp indirimi beklerseniz. Ancak o zaman da sizi karşılayacak izdihamı kabullenmeniz gerekiyor. Ayrıca
Bu harcamalar sadece gösteriş tüketimi yapanları değil malesef bütün toplumu etkisi altına alıyor. Veblen’nin yaşadığı dönemde sınıfsal ayrımlar olsa da verdiğim örnekler ve günümüzdeki yaşantı bu ayrım birbirine girmiş olduğunu gözler önüne seriyor. Dünyanın en popüler insanlarının neler yediğini, nerelerde gezdiğini, nasıl evlerde kaldığını sürekli olarak izliyoruz, takip ediyoruz, gülüyoruz, birbirimize sosyal medyadan gönderiyoruz.
Yani en fakir insanların bile gösteriş tüketimine maruz kalması için sadece bir sosyal medya hesabı açması yeterli. Sosyal medyadaki fenomenlerin tanıttıkları, tükettikleri ürünlere sürekli maruz kalacak ve bu ürünleri almayı bir amaca dönüştüreceklerdir. Gösteriş tüketimlerinin en alt tabakadaki sınıfların dahi üst sınıfı taklit etmeye başlamasıyla ülkenin kültürü sürekli azalmaya başlayacak ve bir noktada tek düzene inecektir. O noktadan sonra da sizi neredeyse her anlamda yönlendiren bir kişi olacaktır.
Raif Necdet Kestelli’nin aşağıda bahsettiği söz, toplum tek düzene yaklaştıkça daha fazla şey ima edecektir.
“kültürün az olduğu toplumlarda dev aynalar çok olur”